ana_sayfa
FAALİYETLER
Yazılı Soru Önergeleri
Genel Kurul Soruları
Kanun Teklifleri
Sözlü Soru Önergeleri
Makalelerim
Genel Kurul Konuşmaları
Yazılı S.Ö.(Cevaplanan)
Meclis Araştırma Önergeleri
Genel Kurul Konumalar > İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün Türkiye'de kurulmasına Dair Tasarı hk. konuşmam
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 702 sıra sayılı İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün Türkiye'de Kurulması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, geçtiğimiz ay ve günlerde başta Tunus ve Mısır olmak üzere Orta Doğu ve komşu İslam ülkelerinde meydana gelen ve çok sayıda Müslüman kardeşimizin kanının dökülmesine neden olan olay ve karışıklıkların bir an önce hayırlı bir şekilde sona ermesini diliyorum.

Kutsal İslam coğrafyasında, başta sömürgeci Fransa olmak üzere yüzyıllardır bitmek bilmez kin ve sömürgeci iştahları nükseden ve de haçlı seferlerini yeniden başlattıklarını ilan etmekten çekinmeyen emperyalist Batılı zihniyetin temsilcilerinin de besledikleri hain emellerine ulaşamadan ters yüz olmalarını temenni ediyorum.

Bugün, başta Sayın Başbakan olmak üzere ülkemizi yönetenlerin de artık içi boş ve sloganvari söylemlerden vazgeçerek dün söylediklerini bugün inkâr etmeden, daha ciddi, sorumlu ve geleceği iyi okuyarak söz konusu ülkelerin kardeş halklarının daha fazla mağdur olmaması için her türlü yardım ve desteği aklıselim bir şekilde yapabilmelerini diliyorum.

Değerli arkadaşlar, hiç şüphesiz ülkelerin gelişmesi ve buna bağlı olarak vatandaşlarının refah düzeyinin yükselmesi ülkeyi yönetenlerin en önemli amaçlarından birisidir. Bugün, gelişmiş ve hemen her alanda öne geçmiş ülke ve toplumların en önemli ortak yanları nedir diye baktığımızda da söz konusu toplum ve devletlerin temel insani ve altyapı değerlerinin çok yüksek ölçüde, belirli bir standarda ve kaliteye dayandığını görmekteyiz. Bir ülkenin ve toplumun hemen her alanda belirli kalite ve standartlara ulaşabilmesi ise o ülkeyi yönetenlerin bu kavram ve değerlerden taviz vermeden, toplumun bütününe yönelik olarak tesis edeceği hak, hukuk, refah, istihdam, güvenlik ve diğer pek çok temel konularda atacağı adımlara bağlıdır. Başka bir ifadeyle, ülkede yürütme gücünü elinde bulunduranlar her alanda standart ve kaliteli hizmet ve fırsatı toplumun bütün kesimlerine hiçbir ayrım gözetmeden, eşit ve adil bir biçimde sağlamak zorundadır. Bugün, dokuz yıla yaklaşan tek başına AKP İktidarının yaptığı gibi sadece kendi aile ve yandaşlarına iktidar gücüyle devlet ve ülke nimetlerini paylaştırıp, kanun ve kolluk güçlerini devamlı kendi siyasi yandaşlarının hizmetine sunmaya kalkan bir iktidarın bu ve benzer uluslararası standardizasyon ve ölçü anlaşmalarını yapmasının bize göre hiçbir manası ve önemi olmayacaktır.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ülkeler arasındaki standardizasyon, belgelendirme ve diğer farklılıkların ticaretin önündeki dolaylı ve teknik engeller teşkil ettiğini bilmekteyiz. Bu sebeple, bu ve benzer anlaşmalarla ülkeler arasındaki bazı temel ölçü ve standartların bir kurum tarafından kontrol ve koordine edilmesinde de dış ticaretimizin gelişmesi açısından büyük fayda görmekteyiz. Özellikle de aynı dine mensup olan kardeş ve soydaş ülkelerle kurulması planlanmış olan İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü isimli bu kuruluşun dost ve kardeş ülkelerle Türkiye'nin daha etkili ve hacimli ticaret yapabilmesine de önemli katkılar sağlayacağını düşünmekteyiz. Çünkü 1984 yılından itibaren dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının başkanlığında çalışmalarına başlayan İslam Konferansı Teşkilatı, standartlarla ilgili bu çalışmaları ilk defa yaklaşık yirmi yedi yıl önce başlatarak bugünkü noktaya ulaştırmıştır.

Bu kapsamda 1985'ten 97'ye gelinceye kadar ilgili gruplar ve Koordinasyon Komitesi toplam 14 kez toplanmıştır ve bu toplantılar sonucunda İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Teşkilatının kurulması uygun görülmüştür.

Taslak statü son olarak 1 ve 4 Kasım 1998 tarihlerinde İstanbul'da yapılan 14'üncü İSEDAK toplantısının gündeminde yer almış ve toplantıda yapılan görüşmelerden sonra da onaylanmıştır.

İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün statüsü 4-7 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul'da yapılan 15'inci İSEDAK toplantısında ilk defa üye ülkelerin imzasına açılmış ve statüyü ilk imzalayan ülke de Türkiye olmuştur. Statüyü ise Türkiye adına Türk Heyeti Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Dr. Devlet Bahçeli imzalamıştır. Dolayısıyla Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli'nin 1999 yılında statüsünü Türkiye adına imzaladığı, İslam ülkeleri arasında kurulacak olan İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün tüzüğünün onaylanmasıyla ilgili bu kanun tasarısına, hatırlanacağı üzere, Haziran 2010 tarihinde, Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu oy kullanmış idik. Bugün de Enstitü merkezinin Türkiye'de kurulmasını sağlayan bu tasarıya da doğal olarak, elbette ki, Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu oy kullanacağız. Çünkü, İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün merkezinin İstanbul'da olması, İslam Konferansı Teşkilatı çapında yürütülecek standardizasyon ve kalite altyapısı çalışmalarının Türkiye tarafından yönlendirilmesini kolaylaştıracaktır. Ancak, buradan, yeri gelmiş iken Sayın Bakana sadece� Tabi, Sayın Bakan bizi dinlenme lütfunda bulunursa bir şeyler söyleyeceğiz, eğer cevap verirlerse de memnun olacağız. Buradan, yeri gelmişken Sayın Bakana samimi olarak sormak istiyorum: Enstitü merkezinin İstanbul'da olmasının özel ve önemli nedenleri nedir? Mesela, niçin, bütün elçiliklerin, bürokrasinin kalbi konumunda olan başkentimiz Ankara'da kurulması düşünülmemiştir? Başta Sanayi Bakanlığımız olmak üzere, ilgili bütün bakanlıklarımız, Türk Standartları Enstitüsü gibi doğrudan ilişki ve destek sağlayan kuruluşlarımız Ankara'da olduğu hâlde niçin İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsünün merkezi İstanbul'da kurulmak istenmektedir? Değerli arkadaşlar, Enstitü merkezinin İstanbul'da olmasıyla ilgili bizim hiçbir önyargımızın olmadığını, buradan, altını çizerek ifade etmek istiyorum. Ancak, samimi olarak da aklımıza takılan bu suallerin cevaplanmasını arzu ediyoruz. Ama, Enstitü Genel Merkezinin, hangi ilimizde olursa olsun, Türkiye'nin bu alanlarda, bölge ülkelerine ve İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelere öncülük etmesinin getireceği avantajlar düşünüldüğünde ülkemizde bulunmasının önemli faydalar getireceğine bizler de inanmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; netice olarak İslam ülkeleriyle münasebetlerimizin her alanda daha da ileri gitmesi, var olan işbirliğinin her zeminde hız kazanması hepimizin, hiç şüphesiz, ortak arzusudur. Kan bağımız olan, inanç birliği ve gönül birliği içinde olduğumuz ülkelerle bugünkü mevcut münasebetlerin yeterli görülmesi de elbette ki mümkün değildir. Hele hele üç ortak paydaya sahip olduğumuz Türk cumhuriyetleriyle olan ilişkilerimizi kâfi görmek ise asla mümkün değildir. Bu noktada belirtmek isterim ki Kırımlı aydın Gaspıralı İsmail'in dünyanın değişik coğrafyalarında bulunan Türk milletinin tek vücut olması özlemiyle veciz sözüyle ifade ettiği "dilde, fikirde ve işte birlik" bizim en büyük emelimizdir. Bu manada hem soydaş ülkelerle hem de inanç birliği ve gönül birliği içinde olduğumuz ülkelerle dış siyasette, ekonomide, ticarette, teknolojide ve hatta ortak savunmada iş birliği yapılmasını da kaçınılmaz olarak görmekteyiz. İçinde bulunduğumuz süreçte var olan bütün imkânlarını zayıf İslam ülkelerini "Böl, parçala, yönet." üzerinde kullanan ve bugün de yakın coğrafyamızda bu süreci devam ettiren masum ve mazlum halklar üzerinde terör estiren, ekonomik olarak sömüren küresel, emperyal güçlere karşı da bu ve benzer anlaşmaların oldukça önemli olduğunu bizler düşünmekteyiz. Ancak konuşmamın başında da ifade etmeye çalıştığım gibi özellikle komşu ve kardeş ülkelerle olan münasebetlerimizde ülkeyi yöneten hükûmetlerin yıllardan beri uygulana gelen dış politika ve tahammüllere çok dikkat etmesi gerekmektedir, yoksa Sayın Başbakanın yaptığı gibi bundan yaklaşık bir ay önce "NATO Libya'ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olabilir mi? NATO'nun ne işi var Libya'da? Libya'ya nasıl müdahale edilir? Bakın, Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez." deyip daha sonra da, yaklaşık on gün önce "NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya gitmelidir." derseniz ne duruma düşer ve ne ölçüde İslam ve komşu ülkeler tarafından ciddiye alınıp inandırıcı olabilirsiniz? Bu bakımdan, İslam Ülkeleri Standardlar ve Metroloji Enstitüsü kurulmuş olması ve genel merkezinin de ülkemizde yer alması gerçekten bize göre de olumlu ve önemlidir. Fakat ülkeyi idare edenlerde konuşma ve söylemlerine bir standart ve istikrar getirmelidirler ki Türk milletinin binlerce yıllık devlet geleneğine zeval getirmeden dost ve kardeş ülkelere bu tip anlaşma ve kuruluşlarca güven verip Türkiye'nin itibarına gölge düşürülmesin.

Değerli arkadaşlar, biz hem Enstitü Tüzüğü'nün onaylanmasıyla ilgili kanun tasarısını hem de görüşmekte olduğumuz tasarı ile Enstitü merkezinin ülkemizde kurulacak olmasının geç de olsa İslam ülkeleri arasında atılmış somut bir adım olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bu adımın iki ileri, bir geri gitmemesi gerekmektedir. Çünkü biliyoruz ki, büyük umutlarla kurulan İslam Konferansı Teşkilatı, kendisinden bekleneni bugün için tam olarak verebilmiş değildir. Hâlen bu Teşkilatın, küresel emperyalist güçlerin etkisinde kaldığı bilinmektedir. Bu Teşkilatın, Kıbrıs, Dağlık Karabağ, özellikle Ermeni soykırımı ve pek çok konuda olduğu gibi önemli meselelerde Türkiye'yi ve Türk cumhuriyetlerini etkin şekilde desteklemediği ve destekleyemediği bilinmektedir. Keza bu gerçeği, bugüne kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kaç İslam ülkesinin tanıdığı ya da tanımadığında da bulabilirsiniz. Yani, esasında sözde değil özde bir iş birliğinin tesisi gerekmektedir. Yeri gelmişken bu konuda İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin arasındaki ikili münasebetlerin derinlik kazanması, sürdürülebilir, kalıcı ve güçlü hâle gelmesi, bunun uluslararası alanda da hayata geçirilmesi için Türkiye'ye ve diğer üye ülkelere tarihî sorumluluklar düşmektedir ki, bunun gereğinin geciktirilmeden yapılması lazım gelmektedir.

Sayın milletvekilleri, diğer taraftan Enstitü Tüzüğü'nün onaylanmasıyla ilgili kanun tasarısının görüşmelerinde de belirttiğim gibi, başka bir önemli konu da bu Enstitünün resmî dillerinin Arapça, İngilizce ve Fransızca olmasıdır. Tavsiye kararları, standart tasarıları, standartlar, doküman ve yazışmalar, vesair uygulamalar Arapça, İngilizce ve Fransızca dillerinde olacaktır. Şimdi düşünün değerli arkadaşlar, Enstitünün kuruluşunda Türkiye elini taşın altına koymaktadır ve düşünün ki bu Enstitünün merkezi İstanbul olacaktır ama ne hikmetse aynı Enstitünün resmî dilinde Türkçe yoktur. Bunun içimize sinmesi eğer bizim burada bilemediğimiz başka önemli bir husus yoksa elbette ki mümkün değildir. Acaba Enstitünün ilk üç yıllık masrafını da Türkiye'ye yükleyenler, Türkçeyi neden Enstitünün resmî dilleri arasına sokamamışlardır? Masrafın Türkiye'ye yüklenmesi bizim kendi isteğimiz veya üye ülkelerin bir talebi ise Türkçenin dışarıda tutulması da bizim kendi kabulümüz veya farklı bir dayatmanın mı sonucudur? Enstitünün ilk üç yıllık faaliyet masrafının Türkiye'ye yüklenmesi, merkezin İstanbul olarak belirlenmesi bir pazarlık sonucu ise Türkçenin resmî diller dışında tutulması da mı aynı pazarlığın sonucudur ve bu pazarlık kimler arasında, ne şekilde, nasıl gerçekleşmiştir? Neden sadece bu üç dil resmî dil olarak kabul edilmiştir ve neden Enstitünün resmî dilleri arasında Türkçe yoktur? Üç resmî dil belirlenirken hangi ölçütler esas alınmıştır? Arapçanın olması tamam, Arap ülkelerinin bulunmasının bir gereği olarak düşünülebilir, görülebilir. İngilizce ve Fransızcanın tercihinde de üye ülkelerin bazılarının resmî dil olarak bu dilleri kullanması da mazeret olarak ileri sürülebilir. Yine, İngilizcenin yaygın bir iletişim dili hâline geldiği de geçerli bir mazeret olarak belki ifade edilebilir. Ama çok daha az yaygın olan Fransızcanın tercihi ise üye ülkelerin bazılarının hâlen örtülü Fransız sömürgesi olması, bazılarının da eski bir sömürge olmasından mı kaynaklanmaktadır?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; haklı olarak konuşmaktan şeref ve onur duyduğumuz güzel Türkçemizin dünya dili olacağı yönünde süslü beyanat veren, gözyaşı döken sayın Hükûmet üyelerine, Türkçe Olimpiyatlarında çok güzel konuşmalar yapan sayın milletvekillerine buradan sesleniyorum: Bu tasarruf, sizin Türkçenin dünya dili olma konusundaki beyanlarınızda samimi olmadığınızın sanki bir ispatı mahiyetindedir. İçerisinde başta Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetlerinin yer aldığı bir kuruluşta resmî dilin sadece Arapça, İngilizce ve Fransızca olarak tespit ve kabul edilmesi, bize göre, ülkemiz açısından bir skandaldır. En azından bu yanlışın hiç olmazsa bu tasarıda yani Enstitü merkezinin İstanbul'da kabul edilmesi tasarısında düzeltilmesi lazım gelir diye bizler düşünmekteyiz. Aksi hâlde, bu tasarruf da Hükûmetinizin -bize göre- kara sayfaları arasında yer alacaktır diyorum ve biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu yanlışın düzeltilmesini, bu garabetten vazgeçilmesini ve bu konuda ısrarlı olunmamasını temenni ediyor, bu anlaşmanın, bu tasarının ülkemize, milletimize ve İslam ülkelerine hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
,